9/22/2011

Müslüman Sanat Anlayışı

Sanat ve sanat anlayışımızla alakalı derin düşüncelere dalmışken 2000 yılının şubat ayında bir restorandın üç büyük sütununa rölyef çalışmıştım zihnimin ekranında onlar beliriverdi. Sanat bizde mahremdir, galerilerle, müzelerle kısırdır. Öyle evlerde pek resme heykele rastlayamazsınız, güzel sanatlar eğitimi almış olanlar dışında diyeceğim amma peç çok ressam arkadaşımda da görmedim; kendi resim çalışmaları varsa onlar durur bir köşede, başkasının resmini asmaya yeltenmezler hiç. Kendine Müslüman sanat anlayışı hâlâ hâkimdir.

Açıkçası sırf para kazanmak için yaptığım, üzerinde de pek düşünmediğim bir işti sütunları süslemek. Ne yaptığımı bile unutmuştum. O kadarki fotoğraflamamıştım bile. On yıl sonra bir gün o tarafa yolum düştü. Orası restoran olmadan önce bankaydı. Yüksek tavanlı, etrafı camla kaplı, ferah bir mekân. Gayri ihtiyari onca yıl geçtikten sonra sökülmüş, yıkılmış, üzerine de güzel bir boya atmışlardır sütunlara diye düşünüyordum. Çok soyut, dokulu bir çalışmaydı, ama renkler güçlüydü. Bir anda gözlerin kendi yaptığım sütunlarla doldu. On yıl mı, dün yapılmış gibiydiler, ışık saçıyorlardı. İşin komik yanı restoranın yerini erkek kuaförü almıştı. Sütunlara on yıl boyunca hiç kimse el sürmemiş. Demek ki hayatın içine sanatı akıttığınız zaman insanlar sahip çıkabiliyorlarmış. Çok hoş. Zaten benim en büyük gayem mahalle ressamlarımızla, mahalle heykeltıraşlarımızın olması, resmi devlet memuru olarak, maaşlı. Sanat yapmak için steril yerler aramak neden? Neyse güldüm tabii ki kuaför salonu olmuş mekân. Sonra düşündüm, neden bu kadar sahip çıkılmış olabilir diye. Zemin olarak sarı hâkim, tavanla bitişim yerinde kıpkırmızı bir yarım daire vardı; Galatasaray. Diğer sütunda ise yine sarı zemin üstüne mavi büyük bir üçgen yer almakta; Fenerbahçe. Hiç düşünmemiştim. Ama mekânın yeni işletmecisi erkek kuaförü olunca düşündüm dolayısıyla. Renklerin anlamları çekmiş olabilir mi diye içimden geçirdim. Tabii ben bunu hiç aklıma getirmemiştim, ne yapacağımı bile tasarlamamıştım sütunlarda çalışırken, Allah ne verdiyse... Sonra dedim ki, şimdi bu sütunlar on yıl boyunca korundu, bir 90 yıl daha niye durmasın… Kök boya kullandığım için bir gram bile solmamış renkler, yüz yıl daha idare eder bina yıkılmadığı sürece. Çok garip ama o sütunları boyarken on yıl orada kalabileceklerini hiç aklımdan geçirmemiştim. Ama dışarıdan bakınca bina bir sanat galerisini de andırmıyor değil hani, dikkat çekiyor. Tasarlamadığım şeylerin güçlenip büyümesi tuhaf, alışılmadık geliyor bana. Galiba sanat böyle bir şey, yaratıcısından çıkıp kamu malı olan ve gönüllü korunan, göstermekten zevk duyulan... Hıh işte yaratıcısından bağımsız bir kadere sahip olan. Çocuklarımız gibi… Yaratıyorsun, bırakıyorsun ve kendine ait bir kaderi oluyor keratanın. Tabii ilk yaratım anı, enerjisi önemli. Nerede, nasıl, malzeme… Hem de en çağdaş formda, soyut! Aman Allahım hâlâ duruyorlar, on yıl…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder