11/19/2011

Hayalet

Kuledeki Hayalet

İngiltere’deki ortaçağ şatolarından birinde, hayaletli olduğu rivayet edilen kuledeyiz. Görgü tanıklarına göre o hayalet o odada kendini asmış olan uşakmış. O odanın girişinde beklemekteyiz, içersi kırmızı ışıklarla aydınlatılmış gece kulübü tarzında, garip huuuu huuuulu sesler yankılanmakta hoparlörlerden... Onca uğraş turistler havaya girsinler diye, girdik kuledeki odayaaaa. Tahtaaaaa bir merdivenden iniyoruz gacır gucur sesler eşliğinde, ellerimiz tırabzanda, önde ablam arkada ben. Merdivenden iner inmez ablam bana dönerek sordu elime sen mi dokundun? Hayır dedim. Kaşını havaya kaldırdı. Peki dedim sen benim elime dokundun mu? Hayır dedi.

11/11/2011

YA DA



YA DA

Beynini kaplayan fısıltılar ölümcek ağını örüyorlardı. En kötüsü neydi biliyor musun diyordu en kötüsü sendin. Ölmüyordun bir türlü, ölümsüzlüğe inanıyordun, bu da seni tanrısallaştırıyordu. Kımıltısızlık ağında kör örgü, donukluk gölündeki ölü. Kelimelerin gölgesine gizlenmiş kökler, önce dudaklarını, dilini, sonra beynini kanatır. Jilet kadar keskin olabilir kağıt parçası. Evren, ince hız hesaplarını sever; en yumuşak kalp duvara dönüşebilir şiddet karşısında, ve en katı nesnenin içi ısınabilir zamanla. Dıştan içe yol aldıkça ısısı ruhuna oradan bedenine dönüşür. Kendi kendine söylediklerin ne büyük dua. Ve başkaları için söylediklerin ne büyük ah. Göğsüne bastırarak kaç tane kuşun canına kıyabilirsin uçabiliyorlar diye, halbuki onlar en ürkek canlıdır yeryüzündeki. Yüzündeki o ifade gibi, ürkek. Ve ben o ifadeyi göğsüme bastırarak boğabilirim. Görüyorsun ki eğer istersem, eğer istersem ve gece de bana eşlik ederse yazabiliyorum tüm bunları. Ürkek boğulurken başındaki ilk harf, ü ölüyor ve yerine e harfi doğuyor. Erkek. Yıllarca yazdım bıkana kadar, bir tür leş toplayıcısı gibiydim. Cennetten kovulduysan bana şükret. Çünkü tanrım izin vermeden şurdan şuraya adım atamam. Karanlıkta iyi görürüm. Karanlık ışığın evidir. Işığı ve karanlığı, yokluğu ve varlığı kap'sar ev'r'en, bedenin ve ruhunla. İçin dışın bir. Ve şimdi ölümcek ağına takılan fısıltılar nedir ki. Işığa hizmet eder karanlık. Ya ışık olursun ya da karanlık.

11/07/2011

YAKIN



YakıN
Önce kelimeleri yakın sonra anlamları!
Kelimeler birbirlerine yakın, anlamlar uzak.

Önce kelimeleri birbirine bağlamak, çözmek sonra. Sonda en sonunda tutturmak ağaç dallarına varış hikâyesini. Öyküde yürümek. Ağaç dallarına tutturulmuş kelimeleri kim izler? Rüzgâr sökmüş bir tanesini kendi yolculuğuna çıkarmış. Yere düşmüş kelime, kırılmış harfleri, kendini okumak için aynanın parçalarını birleştiriyor, her parçada bir bütün, uzaklaştıkça küçülen yaklaştıkça büyüyen kelimeyi okumak mümkün değil.

Kelimeler bırakılmış sana, izle onu ormanda. Kelimeler dallardan sarkıyor.
Kelimeler bazen k ı ş a8a ş ı k içmeden. Güneş sızıyor, parça parça yüzüne düşüyor sözcükler. Söz mü? Bana bir parça söz veriyor musun? Söz ver. Anlatıcı ile sözcü. Gün ile eş. Her şey eş. Zamanında. Bir parça zaman düşüyor düşünden. Öp de gel, öp de gel, çünkü yere düşen her düş bir nimet. Kelimeyi ayak altında bırakma, günah.

Dalga sesleri ıslatıyor kulaklarını, saçlarını, yüreğini. Dudaklarında tuz. Orman denize varıyor öykünde anla. Dudaklarında güneş. Dudaklarında sözcü. Dalgalar sıra sıra kumsala uzanıyor parmak uçları köpük köpük kelimelerle dolu. Yakala bir tanesini. Şimdi kelimeler kumda. Derinlikleri kumdan deniz, yanıyor geçmiş, içimde tek bir harf biriktirmeye geçmiş. Mişli zamandan kalıntılar. Kelimeler ıslak. Ağaç dalına tutulmuş adam, yabancı yürüyor, her adımı cümle, iz, kendi derinliği kadar. Kelimelerden farksız sözcü. Ak’şam inmekte ağır ağır, deniz mermer bir basamak olmuş ve kızıllıkta erimekte gün boylu boyunca. Sözcükleri ezberledim diyor anlatıcı, karanlıkta onlarla aydınlanacağız tıpkı ay gibi, tıpkı kadın, ateş gibi. Anlatıcı tek tek ormandan topladığı kelimeleri en baştan sona doğru diziyor kuma. Düş şu:

Aynı kelimeler nasıl oluyor da tek bir anlam bulmuyor mekân ve zamanda. Ve sonra geriye nasıl olup da tek yalın bir anlam kalıyor. Farklı anlamlar doğursa da anlatıcı ve sözcü aynı yerde buluşuyor. Belki de en önemlisi budur, kelimeleri sorgusuz sualsiz kabul etmek, bizi nereye götürdüğünü bilmeden. Varınca, o kendiliğinden bir anlama dönüşecek, hem de tek bir harfini oynatmadan, eksilip çoğalmadan. Sen ve ben işte o kelimeye dokunacağız.

Kelime: YakıN