9/25/2010

YAZAMAMAK




Yazmamak… Birçok görüntü belirir, sonra silikleşir, kurur, çatlar, bir delik oluşur, gözünü oraya dayarsın ve karanlık… Yazamamak. Birçok yazarın hayaleti belirir, kimisi daktilosunu fırlatır duvara, kimisi bardağına viski doldurur şişesini fırlatır duvara… Yazamamak… Kalem eline yapışır; bir şeyin bir şeye yapışması fenadır… Yazamamak… Beyaz bir sayfadan daha acıklı başka bir şey yoktur… Yazamamak… Kelimeler kaçışır, uyuklar, duraksar, sığmaz, düşer, kalkmaz, aldırmaz, oturmaz, yakışmaz… Yazamamak. Bir piyanistin edasıyla oturursun masaya, parmaklarına bakarsın, sen artık parmaklarınsındır, başlarsın tuşlara dokunmaya, müziksiz, hayallerinin kelimelere dönüştüğü anda ağacın tepesindesindir. Her dalında başka bir meyve, birini kendine çekersin erik, diğerini itersin elma. Duman dumana kalır ev, odanın içini sarar alevler, nefes alamazsın, beslemeyi unuttuğunu hatırlarsın kapının önündeki aç, kızgın, burnundan dumanlar tüten ejderhayı. Kapın çalınır, açarsın. Kırk tane harami şaşkındır, çünkü daha ‘açıl susam açıl’ dememişlerdir. Tüfeğini duvara asarsın, az önce açtığın deliğe gözünü dayarsın, bir tüfek sesi patlar kulaklarında. Sandalyenden kalkar iki tur atarsın, başını kaşırsın, kapının önündeki ejderhayı biraz beslersin. Odana döndüğünde sandalyende bir yabancı seni beklemektedir. Yabancı, cebindeki mektubu masana bırakır. Mektubu açarsın. İçinden bir anahtar çıkar. Mektupta bir adres yazılıdır. Dalmışsındır elindeki anahtara, yabancı çoktan gitmiştir. Siyah ağıtın beyaz kalesi… Uyandığında, adresteki evin önündesindir. Mektuptaki anahtarı kilide sokarsın. Kapı açılmaz. Zile basarsın. Sana kapıyı ejderha açar. Ona, parmağınla işaret ederek dışarıyı gösterirsin, kulübesine zincirlersin. Kapı kapalıdır. Anahtarı yeniden deliğe sokarsın, bu sefer kapı açılır. Karla kaplı dar bir sokağa atarsın adımını. Yağan kar aheste aheste. Keman sesi işitirsin birkaç ev öteden. İkinci katın penceresi açılır, yanından geçen adam sana omuz atar sendelersin, acıyan omzunu tutarak sana çarpan adama bakarsın, adam yolun ortasında durur ve başıyla sana gel işareti yapar ve köşedeki eve girer. Takip edersin. Adam doktordur, omzun çıkmıştır, yerine oturtturur, sarar ve sonra senden bir gümüş sikke alır. Bu sikkeleri baban bırakmıştır sana, cimri bir tüccarın altınları ve gümüşleriyle gömülmeye karar verdiğini öğrendiği gün. Doktor seni evindeki hasta odasına götürür, yatağa uzanırsın. Gece, pencereden gelen bir sesle uyanırsın. Korkarsın. Perdeyi birazcık aralarsın. Pencerede, sana o gizemli mektubu bırakan yabancıyla göz göze gelirsin. Pencereyi açarsın, adam sana yeni bir mektup bırakır. Mektubu açmanla kendini upuzun bir kumsalda bulursun. Mektubu kapamanla kendini doktorun evinde, açmanla kumsalda, kapamanla evde, ev, kumsal, ev, kumsal. Tatlı bir uyku bastırır. Başın top mermisi, bir gemiyi batıracak ağırlıkta, masaya yaslarsın. Odanın içi yavaş yavaş suyla dolar. Suya gömülmüş odanda en dipte kalırsın başının ağırlığıyla. Tüm hayatın gözlerinin önünden film şeridi gibi geçer; çocukluğun, annen, baban, kardeşlerin, yaşadığın evler, gittiğin okullar, arkadaşlar, akrabalar… İncelir incelir incelir yaşam, o bağ, son dejavu… Kapıların açılmasıyla tüm sular boşalır, kırk haramiler sevinç içinde, bir kez daha coşkuyla açıl susam açıl diye nara atarlar. İçlerinden birisi viski şişesini duvara fırlatır, diğeri anasını sattığımın daktilosu der fırlatır duvara. Bir kadın belirir aralarında, elindeki tüfeği duvara asar ve soyunup yatağa girer. Saatlerdir ele yapışık kalan kalem, balta yemiş ağacın heybetiyle devrilir masanın üzerine, yuvarlanır yuvasına doğru düşe düşe. Yabancı kapıdadır, elinde bir mektupla. Sandalyeden tam kalkacakken sen, adam eliyle işaret eder. Mektubu yataktaki kadına verir. Mektubu açmasıyla kadının yok olması bir olur. Omzumdan tüm vücuduma yayılır halsizlik, biçimsizlik, şekilsizlik... Yatağa kendimi bırakırım, o kadının kokusu ve olduğumdan daha fazlasıyla, dikkatimi dağıtan o sesle elim beyaz çarşafın arasında o mektubu bulur, açmamla yok olmam bir olur.