2/28/2010

Çöldeki Yabancı


Kita çölünün kızıl kum tepelerinde ilerleyen yabancı geceye kalmadan kendine sığınacak bir yer arıyordu. Ölüler vadisindeki bir köyden bahsedildiğini duymuştu, eğer oraya varabilirse geceyi rahat geçirebilirdi. Vadiyi seçebildi uzaktan. Bir saatlik yürüyüşten sonra köye ulaştı. Uzun zaman önce terk edilmişti burası. Kum ve rüzgâr sahiplenmişti köyü; kendi aralarında bir tür oyun oynuyorlardı. Kum, evlerin duvarlarına yaslanıp gözlerini yumuyordu, rüzgâr onu saklandığı yerde buluyordu. Sonra aralarında bir kovalamaca başlıyordu. Yıkık dökük taş evlerin arasında tiz bir ıslık sesi geziyordu ve onu, peşi sıra dolanan bir kum sürüsü izliyordu. Besbelli âşıktı kum rüzgâra… Köye gelen yabancının varlığını nihayet birisi hissetti. Uysal, ehlileşmiş, yumuşacık bir ses ‘Haritasu sen misin?’ dedi. Yabancı, sesin sahibini hemen tanıdı. ‘Baba?’

2/18/2010

Söz

Göz kapaklarımda saatleri sayan kalabalık. Avına doğru uçan kör baykuşlar kadar sessiz dertler. An ve an genişleyen çatlaktan sızan düş. Donmuş! Zihnimin hiç varolmayan yakası. Yakılmış umutların külleri uçuşur kitaptan kitaba. Eksilen her damlada büyür acı. Uzaktan içe dokunuşlar. Dün, erimiş şeker gibi suda. Ve bugün, sarkaç kadar hipnotize. Yarın ise, iyi ile kötünün savaşından nasibini alacak. Okunmamış masallar ve kitaplar bekleyin yarını, yarın size geleceğim. Halesiz melekler çevirecek sayfalarınızı söz. Kokusunu yitirmiş, dokusuz, gergin, yaşanmayan an; yaşam. Usu anmayan zaman. Suskun kalabalık. Kayaların altında kalmış dağ. Sulara gömülmüş okyanus. Kuma boğulmuş çöl. Söze dönüşmüş nefes. Suskunluk. Keşfedildi harf, çözüldü ipler, bağlandı gözler. Kanatlarını iyi yana açtı. Süzüldü bakıştan bakışa. Bekleyin masallar, bekleyin okunmamış kitaplar yarın sizinle sevişeceğim. Halesiz melekler öpecek her bir satırınızı söz.