10/15/2010

Evdeki Baudelaire




Yokluğun yokluğa, varlığın varlığa karışması yadsınmaz lakin yokluğun varlığa karışması doğum ve de varlığın yokluğa geçişi ölümdür. Uzun zamandır kendimi hedef alarak bir şeyler karalamadım; kendinden ne kadar uzak durursan o kadar hafifsindir, yakın olmanın ağırlığı, işte burada, bu satıra gömülür. Bir ölüyü mezardan çıkarmak pek beter, pis bir iştir, ayrıca lüzumsuzdur da. Bu sabah, yazdığım bu metni aklımda oluşturmuştum, yatakta, belki şimdikisinden beş, on kat daha şiirseldi, güzeldi. Belki de bu daha iyidir? Göreceli şeylere aklım hiç ermez. Hele bir şey kişiselleşti mi benim için çuval gözükür… Aklım ne güne duruyor? Çuvalla yavrum... Düşünmek, bazen okumaktan, yazmaktan önce geliyor. Gün içinde en çok ne yapıyorsunuz diye sorsalar size, vereceğiniz cevap ne olur? Ben Baudelaire’i düşünüyordum, 2010 yılının ekim ayında ve Türkiye’de. Neler yazardı, şimdi, burada, onun gözüyle bakmak… ‘güzel bir kadın geçer kaldırımdan, parfümü teninin ötesinde, güçlü, konuşan. Güneş gözlüğünün ardına saklamıştır tüm geçmişini ve ruhunu. Uçar gider almak ve sahip olmak istediklerine doğru.’ Oldu mu bilmem, böyle mi yazardı, benden daha iyi ifade edeceği su götürmez… Alışveriş merkezleri ve marketler için de bir şeyler yazardı herhalde: ‘Solgun yüzü aydınlanır raflardaki süslü ambalajlara bakarken, alnındaki kırışıklıklar erir tek tek. Hiçbir iz bırakmaz arkasında raftan rafta uçarken. Mucizedir yarım saatliğine unutmak her şeyi, en büyük duadır. En büyük iyiliktir ucuz tuvalet kâğıdı, şükreder tanrısına o markayı yarattığı için. Marketin raflarında ne çok tapılası şey görür, nasıl da onunla kişisel bağ kurmaya hazırdır küçük küçük şeyler, ona bir şeyler anlatmaya, iyisiyle ve kötüsüyle konuşurlar ama az önce yanından geçen adam, şu kadın, gözler, sadece gözler ve tanrıdır konuşan. Tanrı alegoriktir. Gerçeğin yerine ifadesi. Ya o, gerçeğini ifade etmiyorsa sana… O, tanrı değil o insan! Ah masumiyet, sen çağları da delip geçtin. İşaretlerle uğraş dur, iyi ile kötüyü birbirinden ayıkla dur. Senin için en doğru olanı bul! İstediğini alabilirsin, kaderini sen çizebilirsin, kasada tüm günahlarının bedelini öder gidersin.’’ Alışveriş merkezleri için de birkaç satır: ‘Dünyadaki en kutsal yerledir alışveriş merkezleri, tek eksik Michelangelo’nun freskleridir tavanlarda. Sahip olabilirliğin esirliği kayıtsız poşetlere sığdırılmış. Hangi vitrin camında kendi benzerini görebilirsin, arama. Acele ve telaş, bakınmalı bir duraksama. Kimin ayağı kayıp düşer, yürüyen merdivenlerle yükselirsin diğerleri gibi, onlar da sen gibi. Ve otomatik kapı açılır önünde diz çöken hizmetkârların olmadan, başın dik çıkarsın alışveriş merkezinden. Ve bir ambulansın çığlığı sana cennet mekânı unutturur, ama elindeki poşetler, azizler aşkına.’’ Şair değilim, bir yığın kelimeye ihtiyaç duyabiliyorum ufak bir şeyi anlatmaya, ama alt metin olarak kabul edebilirsiniz. Baudelaire’in bir sözü yeter ayrımın farkı için: ‘‘her hastanın yatak değiştirme tutkusuna kapıldığı bir hastanedir bu yaşam’’ böyle yazmış.


10/13/2010

'Y'ABANCI

Bütün köy halkının uykuda olduğu bir vakit çıkagelir yabancı, elinde bir denizyıldızıyla, onu bir ağacın dibine bırakır. Ertesi gün denizyıldızını bulur mavi gözlü çocuk ve ablasına götürür. Kız, denizyıldızını yatağının başucuna koyar ve uykuya dalar. Rüyasında bir ermiş ona iğneyle iplik verir ve ‘dik’ der. Sabah kız uyanınca elindeki iğne ile ipliği görüp şaşırır. O günden sonra dikiş diker. Aradan iki sene geçer, bir akşam vakti yabancı, elinde denizatıyla köye gelir, onu bir evin penceresinin kenarına koyar. Denizatını, sabah çiçeklerini sularken bulur evin sahibi ve onu komşusunun kızına hediye eder. Kız, denizatını yatağının ucuna koyar ve uykuya dalar. Rüyasında bir ermiş ona un ve kap verir. O günden sonra kız herkese yemek yapıp dağıtır. Yabancı, bir sabah köye gelir, elindeki deniz süngerini bir çeşmenin kenarına bırakır ve gider. Onu köyün en yaşlısı bulur ve torununa götürür. Kız, süngeri yatağının başına koyar ve uykuya dalar. Rüyasında ermiş sırtındaki abayı kıza verir. Kız uykudan uyandığı vakit yatağının üzerinde abayı görür. Abayı ocağa atar, ateşte yanmasını izlerken kapısı yumruklanır, kız tereddüt eder açmakta, bekler, ama en sonunda dayanamaz. Rüyasında gördüğü ermiş deli gibi kapıdan içeri girer, ama artık çok geçtir çünkü YABANCI abayı yakmıştır.