
İki saat oldu yola çıkalı, k. trenindeyim. İstasyonları severim, trenleri de… Çocukluğumun izlerini taşır raylar. Yeşil düzlüklerde yol almak beni büyüler. O ritmik ses eşliğinde erişilmez zamanın parçasına bölünmek hem de ufalanmadan. Kitap açık kalmış. Vagondan vagona geçenler. Dünyanın her yerinde istasyonlar birbirinin aynısıdır. Tren yolcuları hiç yabancılık çekmezler bu nedenle. Pencere kenarı, akışkan manzara. Öpüşme düşleri asılı dalgın bakışlarımda. Yalnızlığın tarifini veriyorum arkadaşıma. Önce yumurtaları kıracaksın tek tek, ununu, sütünü, yağını, şekerini ilave edip iyice çırpacaksın, sonra kek kalıbına dökeceksin ve 180 derece ısıtılmış fırında üç buçuk ay pişireceksin. İç karartıcı halde servise sunacaksın yalnızlığı. Öpüşmelerden bahsetsen biraz, sevişmelerden? Zamanından önce gideceksin mezarlıklara, gezeceksin. Tren yolculuğu ile mezarlık gezintisi birbirine çok benzer. Kulakların, gözlerin açılır sanki. Duymadıklarını duyar görmediklerini görürsün. Sevişmeler nerede kaldı? Garson! Biz iki kişilik sevişme düşlemiştik ne oldu bizim siparişlerimize? Kitap kapalı. Can sıkar mı satırlar? Anlama özrümü iletin yazar arkadaşıma. Ne anlattın şimdi sen bu kitapta demez miyim, ona bunu sormaz mıyım; nasıl köpürecek içten içe. Anlatsa mı anlatmasa mı? İstasyondaki kırmızı banklarda oturanlar. Trene binen yeni yüzler, trenden inen eski yüzler. Tıpır tıpır ayak sesleri vagonda. Ağırdan kalkış yavaş yavaş hızlanış. Diğer bir istasyona kadar yaşamdan kopuş, töze varış. Trenin o kendine has lisanı. O eski buharlı trenlerin çıkardığı çuf çuf sesi kulaklarıma yabancı. Aşina olduğum ses çıkçık çıkçık çıkçık… Ve ara sıra raylardan gelen o tiz sürtünme sesi. Acaba neresinden öpmemden hoşlanır? Belki öpülmekten hoşlanmıyordur. Ayak parmaklarını emmeme ses çıkarmazdı herhalde, başparmağında dilimi gezdirdikçe içine düştüğü hoşluktan nefesi tutulurdu ay misali. Geri dönülmez bir mesafe aldım, gitgide içimdeki noktadan uzaklaştım. Bu gariplik hissi geçici bir şey değil ki. İnsan kendine ebediyen yabancı kalabilir mi? Mavi bir gölge seyirdi geçti. Ne yapmaktan hoşlanırsın? Yüzmekten mi? Güzel. Yüzelim. Belki kumsalda bir ceset buluruz. Korkma canım, şu iri denizanalarından bahsediyorum ceset dediğim onlardan, zehirli mavilerden biri. Beyinleri olmadığı için mi deniz onların kaygan bedenlerini ruhunda tutmak istemez? Ölüleri kıyıya vurur. Hayatın kıyısındaysan ölmüşsün demek. Ölümün kendisi olmuşsun haberin yok. Kumsalda oturup bira içelim mi? Güneş batmadan önce. Ufuk çizgisi. Balıkçı teknelerinin motor sesleri pat pat pat pat... Düz, kımıltısız, uysal deniz. Kızıl mavi yansımalar. Tam sevilecek durgunlukta zaman. Nazlı, minicik dalgalar. Bana yüzünü dön. Gülümse. Şimdi seni öpebilirim işte, dudaklarından, tam şimdi, gündüzden geceye geçmeden evvel. Bu gözyaşlarının bir anlamı var mı? Ağlama. İnsan, sevdiği onu öpmek istedi diye ağlar mı? Bu kadar! Benden pes, daha fazla bu devrik romanı okuyamayacağım. Olmuyor, her satırın sonunda kayıp düşüyorum, tutunamıyorum, ilerleyemiyorum. Yarım saattir 76. sayfadan 77.’ye geçemedim. Eziyet! Kitaptaki kahraman neden hiçbir şeyden hoşnut değil? Evet, bunu da yazar arkadaşıma soracağım. Hoşnut olmalı mı? Ölüm korkusu taşırmış. Romandaki ana karakter ruh hastası. Hasta adamın yazdığı hasta karakter… Buna kesin alınır. Alınsın. Acı çeksin. Uykuları kaçsın. Belki daha iyi yazar. Ben de cümlelerini çiğnemeden yutmak zorunda kalmam. Romanda bir tek sevişme sahnesi bile yok, kayda değer değil. Yazsa, herkes üzerine alınacak, beni yazmışsın, özelimizdi. Hani sanki tüm sevişmeler birbirinden farklıymış gibi. Anlatılanlardan herkesin kendine bir pay çıkartmasına şaşmamak gerek. Farklı bir sevişme? Trende hiç sevişmedim. Sayfaların sonunu getiremediğim anlarda trende yolcu, kumsalda âşık olduğumu hayal ettim. Kayıtsızca daldığım o düşlere bir yenisini eklemek… Trende sevişmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder