6/20/2010

KIRILGANLIK

Alınganlık, kırılganlık, anlaşmazlık, uyuşmazlık, bağdaşmazlık... İlişkiler iyi başlar da neden iyi gitmez bir sorun kendinize? Saramago'nun son romanında bir cümleye takıldı aklım, cümle şu: ''Çok yazık. Bizi biz yapan hep kusurlarımız, iyi niteliklerimiz değil.'' (Turkuvaz Kitap/FilinYolculuğu/Sayfa 115) Gerçekten bu mudur sonuç? Şöyle bir aklımdan isimleri tek tek geçirdim, eh doğru! Bilin ki insanların aklında hep kusurlarınız kalıyor. Bir damga gibi... Cimri. Bencil. Yalancı. Güvenilmez...

Ve gelelim ilişkilere...

SEN ve BEN iki önemli kavram neredeyse. Hatta öyle ki, birlikteliğinden bile şüphe uyandıracak ikilinin ardındaki çoğulluk, o insan yığını. İlişkileri neye göre yaşıyoruz? Sanmayın ki aşk her yerde aynı yaşanır. Hayatında bir kez bile kavga etmemiş çiftler var. Mutlular mı? Âşıklar mı? Önemli olan ne? Beraberce yaşayabilmek, iyi ve güzel, değişerek, paylaşarak, zenginleşerek...
Son yıllarda ilişkilerin birbirinin aynı olması doğal gelmiyor. Müthiş ikilinin yolları, akılları, kalpleri bir yerde ayrılıyor. O kimlik yok mu o kimlik batıyor! Değişti deniyor, ilk günkü gibi heyecan vermiyor. Herkesin aynı sakızı çiğnemesine benziyor ilişkiler. Hemen psikolojik savaş başlıyor, kaygılar, endişeler, yetmeyişler. Yol ortasında çocuğunu döven anne misali, onu hizaya getirmeye çalışan sevgi paranoyası, zorla dediğini yaptırmaya çalışan, histerik, çocuğu kolundan tutup çekiştiren, hesap soran, bir türlü hoşnut olmayan sevilmemişliğin acısını birilerinden çıkartan... Hırpaladığı yavrusu kadar sevgiye ve sevilmeye hasret olan anneler... Buna Türkiye'nin aşk çizgisi de diyebiliriz. Nede olsa ilk sevgi anneyle başlar. Buhranlı, melankolik, sızılı...

İlişkileri başka türlü yaşamayı ve de yaşatmayı bilmiyor muyuz? İki insan psikolojik savaş vermeden, özgürce, dilediği gibi, sevgiyle, saygıyla, ilgiyle ve anlayışla yürüyemez mi beraber? Uslu uslu otursak, sınırları aşmadan, şiddet uygulamadan, sızlanmadan, aldatmadan, yalan söylemeden, ezmeden, ezilmeden. Toplumsal bilinç, toplumsal aşklar, toplumsal evlilikler...

Yaşanmamış, elde edilmemiş, tadına bakılmamış o kadar çok şey var ki, bir sen yoksun, olmamışsın bir türlü. Sen değilsin ki sadece yakınan, herkes parçalanmış birileri tarafından hoyratça veya kazara. Kalpleri ele geçirmiş bir virüs sanki ortaklıkta dolaşan. Peki bu insan nasıl mutlu olacak? Korkmadan korkutmadan, gözdağı vermeden, esir almadan yaşayacak aşkını, duygularını, hayatını, nasıl? Kendin sandığın şey, o bir türlü kurtulamadığın içsel çatışmaların sana ait bile olmayabilir, bunu bile bilmezken, nasıl sarılabilirsin insana?

Ne zaman seni sen, onu da o yapan iyi nitelikleriniz olunca, hiçbir şeye de paye vermeden birlikte yürüyünce belki değişir dünyan.


Kasım/2009



1 yorum: