3/23/2015

Hiç Tanımadığın Öfkeli Bir Kadın Ve Sıvışıp Kaybolan Bir Alçak




Her şey akşamleyin odama kapanmamla başladı. Düşündüm bir günün geçmişini. Birden büyük bir gürültü koptu ve 'sakin ol güzelim, sakin olalım biraz, acılarım korkunç olmasa da kimsenin suçu yok bunda, yazgı bu, benim minik zarlarımın oyunu bu, içlenme lütfen' bu sözlerimi kucakladım. Nereden başlayayım güne, öğlen... Pazar işte. İnsanlar pazarları geç kalkar.


Günün öznesine bir bakalım, pazar günündeki bana. Genç bir kadının hiç çocuğu olamayacağını öğrendiği an kadar karanlık monitörüm. Ne yazık diyemeyeceğim, bilirsiniz bir tuşa dokunuşla bilgisayar açılır ve tüm o karanlık ışıkla dolar. Önce mailler, sonra faceler ve de tweetler...


'Tanrı, yazımı okumanız için karşınıza çıkardığı için mutluyum' ne de olsa geçmişten bahsediyoruz. Artık kimsenin bir daha bulunamayacağı geçmişten.



Şu face denen yaratıktan kim bir ısırık almamıştır. Bir baktım, sıvışıp kaybolan alçak acıklı sözleri beğenmiş. Ben iyi bir kadınım, bir süre o sözlere eşlik ettim tabii. Ağlıyordu cümleler yazgısına. Ne olur beni bağışlayın. İnsan bazen içindeki insanı öldürmeli, çalışmamalı buna, ölüyormuş gibi yapmamalı başkalarına pozlar vererek, birinci sınıf oyunculuklar sergileyerek, olmadığı bir şeyi olmuş gibi veya olduğu şeyi inkar ederek. Kafam bu düşüncelerle dolup taşmıştı. Ve o kızgınlıktan çekip aldım elimi. Bu sözleri yazarken elimi sevgilime uzatmıştım da. Alçak! Bu yorumlar biraz olsun beni rahatlattı. Günlerce hayır diyen kadının, o zamanlar tabii kadın öfkesizdi, şirin ve neşeliydi, bin kez hayır olmaz dedi o adama tatlı tatlı. Bir gün zorla koynuna alıverdi haydut. Gördünüz ya alçak işte, kibar, ince ruhlu ve aşık olunca gözü dönen alçak. Bizzat kendim incelediğim için şu insanoğlunu, içlerinden pek nadir olarak arzularına diz çöktüren çıkmıştır. Mezarında rahat uyumasın, her kim bana gözyaşı döktürmüşse zamanın birinde. Bu yazgı, arzuların bedeli.


Günün geçmişini yazalım, güzel bir tost yiyerek. Ve yanında muzlu kek. Şu sıralar yemekle uğraşmak beni keyiflendiriyor. Muzlu kek de o keyiflenmenin eserlerinden biri. Ortası pişmemiş olsa da, kenarları gayet lezzetli. Hiç olmazsa yanık değil.


Çocukluğunuzdan beri sevdiğiniz bazı insanlar vardır ya; işte Jean Jacques Rousseau benim için onlardan biridir. Ünlü Sade bir yazısında onun bir eserinden bahsetmişti, aklıma takılmıştı, araştırdım bu gün. Julie'ye Mektuplar, yayınlandığı zaman bestseller olmuş bir roman. Ve sonra Rousseau'nun şu sözleri karşıma çıktı. İşte yeryüzünde yalnızım; kendimle başbaşayım; artık ne kardeşim var, ne bir benzerim, ne dostum ne de ait olduğum bir toplum. İnsanların en şefkatlisi, en cana yakını, bu insanlar arasından söz birliği ile dışlandı. Bunlar, olanca kinleriyle hassas ruhuma hangi azabın daha çok dokunabileceğini araştırıp beni kendilerine bağlayan bağları kesip attılar. Onları istemedikleri halde sevebilecektim. Sevgimden ancak insan olmaktan çıkma yoluyla kurtuldular... Günün özetini üç yüzyıl önce, çocukluğumdan beri tanıdığım aile yadigarı bu adam söyleyivermişti. Belki de bu cümleleri üç yüzyıl önce benim için yazmıştır, tam bu gün okumam için. Beni hafife almayın, ben Normandiyalı değilim ama olmak isterdim. Kim istemez ki çok şirin bir yer, Monet'nin çocukluğu da orada geçmiş mesela. Ne demiştim, yoo Rousseau demişti. Onun aradığım kitabının adı Julie'ye Mektuplar, çevirsem mi diye düşündüm bir ara. Türkçesi yoktu. İngilizce çevirisinden bir şiir, o kadar güzel ki şiircik.



Çevirirsek şuracıkta şöyle:
Ve aşk yapmış seni benim farkımda
Sen örttün sarı saçlarını
Ve tuttun tatlı gözlerini kendine


Şiir çevirmek ne ter döktürür adama, ama çok da güzeldir, uzun zamandan beri çevirmemiştim. Benim için bir zevkti.


Hiç tanımadığın öfkeli kadın bir gününü yazmaya devam ediyor. Şöyle bir teori ortaya attım. Çiğbörek. Hem de pazılı. Olur mu olmaz mı? Oldu. Bendeki teoriler her zaman hayata geçer. Teorileri çok severim. Ve hayatı da.


Bir kadının çocuğu olacağını öğrendiği an kadar mutluyum bu gün. Ya o yumurtalar çatlamasaydı. Bilimkurgu romanı yazma fikri düştü aklıma. Dünyada hızla yayılan ve sadece kadınlarda görülen bir tür kısırlık hastalığı. Nedeni yok, bulaşıcı değil, yazgısal. Tek çıkış yolu klonlama. Bir kadında rahim olduğu sürece sorun yok, kendisine ait olmayan yumurtanın anneliğini yapabilir. İnsanlık kurtulur merak etmeyin.


Ve gece menüsü muz ve tahin pekmez. Bu enfes oluyor, hem çok sağlıklı. Çiçekli de süperdir. Ve en son olarak salep, kış gecelerinin öfke yumuşatanı. Bu sözü boşa söylemiyorum. Alçak adam en son bana canım salep istiyor demişti. Her şey bir şeylerle ilişkilidir hayatta, birazcık felsefe yaparsak.


Yoruldum. İster buna önsezi deyin ister rehavet veya uyku saati. Uzun zamandır yazmamıştım bir şeyler. Bütün gün ne yaptın derseniz, evet yazdım. Ama bu yazmak daha başka. Yaratıcı yazılar. Son yıllarda daha çok sünger kıvamındayım, emici, filmler, dersler... Aman ne iyiymiş öğrenci olmak, dirisi anlatsın ölüsü dinlesin ve öğren bol bol, lüks... Yazmak patron olmak gibi, harflerden sorumlusun, işinin başındasın. Kendinin tepesine tünemişsin tüm dünyayı oradan kolaçan ediyorsun. Aklımdan büsbütün silinmiş de değil. Alçak! Çok güldürüyor bu beni. Ah şu beni baştan çıkartanlar. Osmanlı padişahları gibi sizi dizeceğim, aşk ağacıma. Tek tek yüzyıl yüzyıl isyanlar, tahttan inişler, cumhuriyet ve finiş.


Bir günün daha sonuna geldik.


Benden size aşkın açıklaması: Sonsuzluğu tehlikeye sokmak


Ve not: Bir köy evi. Çünkü inancıma göre biz kentli soysuzlar kötülerin elinden beslendiğimiz için çürük domatesler gibi patlayacağız günün birinde ve geriye sadece köylüler kalacak. Sağlıklı ve kırmızı yanaklı köylü çocukları, dünya onlara emanet edildi tanrı tarafından kanımca. Ve bir köy evi baktım bu gün, yollar yollara karıştı, düşünceler düşüncelere...


Ve Normandiya sen çok güzel bir yersin, duygularımı açıkça, korkmadan ifade ediyorum. Benimle evlenir misin? Ev işte! Her evette bir ev vardır.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder